Bazen toplumlar öyle bir noktaya gelir ki, ya geçmişin yükünü sırtında taşımaya devam eder ya da cesur bir adımla geleceğe yürür. Biz bugün tam da o eşiğin üzerindeyiz. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Süreci dediğimiz bu yeni dönem, yıllardır süren acıların, kırgınlıkların ve güvensizliklerin yerini, umut ve huzura bırakma fırsatı sunuyor.
Sokakta kiminle konuşsanız, “Yeter artık” diyor. Yeter artık, kavgalar bitsin. Yeter artık, çocuklar silah sesleriyle değil, okul zillerinin sesiyle büyüsün. Bu ses sadece bir kesimin değil, bütün toplumun sesi. Çünkü herkes biliyor ki, barış sadece bir tarafın kazancı değil, herkesin ortak geleceğidir.
Bu süreçte taraflardan biri, silahların tamamen sustuğu, güvenliğin ve istikrarın kalıcı olduğu bir ülke hayali kuruyor. Diğer taraf ise demokratik temsilin, kültürel ve kimlik haklarının anayasal güvence altına alındığı bir gelecek istiyor. Farklı taleplerin özünde, ortak bir özlem var: Özgür, eşit ve huzurlu bir yaşam.
Daha da önemlisi, bu süreç Ortadoğu’daki kirli oyunlara karşı Türkiye’nin milli ve yerli iradesinin iki tarafın ortak kararlılığıyla ortaya konulması anlamına geliyor. Ve toplum, bu süreci sahiplenmiş durumda. İnsanlar sadece umutlu değil, aynı zamanda güveniyor. Çünkü biliyorlar ki, samimiyetle yürütülen bu yolculuk, çocuklarının yarınını şekillendirecek.
Tarih bize şunu öğretmiştir: Barışı inşa edenler, her zaman savaşanlardan daha güçlüdür. Bu nedenle bugün atılan her samimi adım, yarının barış sayfalarında altın harflerle yazılacaktır. Kim bu samimiyetle hareket ederse, adı barışın ve kardeşliğin mimarları arasında yerini alacak.
Belki zor olacak, belki zaman alacak. Ama biliyoruz ki, barışa giden yolda atılan her adım, bu toprakların geleceğine atılan en büyük imzadır.



















