Vergi, devletin gelir kaynağı olduğu kadar vatandaşla arasındaki en güçlü bağdır. O bağın temelinde ise korku değil, güven vardır. Çünkü hiçbir vatandaş cezayla, tehditle ya da sopayla vergiye razı olmaz; adaletle, şeffaflıkla ve karşılıklı güvenle razı olur.
Sahada biz mali müşavirler her gün yüzlerce mükellefle temas halindeyiz. O masalarda konuşulan şey sadece rakamlar değil; adalet, güven ve samimiyettir. Vatandaş şunu söylüyor:
“Ben vergimi ödemeye razıyım ama paramın nereye gittiğini görmek istiyorum.”
İşte o cümle, aslında her şeyin özeti.
Mükellef, ödediği verginin bir okul, bir yol, bir hastane olarak geri döndüğünü gördüğünde gönüllü hale geliyor. Ama kamu kaynaklarının lüks araçlara, çift maaşlara, gereksiz kiralamalara gittiğini gördüğünde sadece vergiye değil, devlete olan aidiyet duygusunu da kaybediyor.
Bugün ülkemizde vergi reformu denince ilk akla cezalar, artırılan oranlar, sıkı denetimler geliyor. Oysa gerçek reform, hesap verebilir bir devlet anlayışını yerleştirmekle başlar.
Devletin sopası değil, güveni güçlü olmalıdır.
Biz mali müşavirler biliyoruz ki sahada cezayla değil, bilgilendirmeyle yol alınır. Vergi bilincinin kalıcı hale gelmesi için devletin mükellef eğitimine ciddi anlamda önem vermesi gerekir. Vergi okuryazarlığı artmadıkça gönüllülük gelişmez, gönüllülük olmadan da vergi düzeni kalıcı olmaz.
Mükellefi sadece beyanname veren bir kişi olarak görmek eksik bir bakıştır. O, ekonominin taşıyıcısıdır.
Devletin görevi, ona sadece yük değil; yol gösterici rehberlik sunmaktır. Vergi daireleri birer korku merkezi değil, bilgilendirme merkezleri haline gelmelidir.
Gerçek reform;
- Cezayla korkutmak değil,
- Şeffaflıkla ikna etmek,
- Adaletle gönül köprüsü kurmaktır.
Unutmayalım, vergi korkudan değil; adalete ve bilince duyulan inançtan doğar.
Güven varsa, vergi zaten kendiliğinden gelir.



















