Koltukları masaj yapan 32 milyonluk Mercedeslere binen bakanların yönettiği bir ülkede tasarruf tedbirlerinden söz ediliyor. Evet, yanlış duymadınız: Bir yanda lüksün, şatafatın ve gösterişin zirvesi; diğer yanda ise geçim derdiyle boğuşan milyonlarca vatandaş…
Bugün ülke gündeminden yoksulluk, işsizlik ve çaresizlik adeta çıkarılmış gibi. Onların yerini milyonluk Mercedesler aldı. "Tasarruf" denilince akla gelen ise yalnızca vatandaşın cebine sıkılan kemer. Çünkü iktidara yakın olanlar, “yandaş” ya da “candaş” olanlar bir şekilde zenginleşmeye devam ediyor. Kaynaklar tüketiliyor, ama tüketilen hiçbir zaman sarayların ışıkları, lüks makam araçlarının konforu ya da ayrıcalıklı hayatların masrafları olmuyor.
Onlar zenginleştikçe halk yoksullaşıyor. Aileler ekonomik sıkıntılar yüzünden parçalanıyor, gençler işsizlikten umutsuzluğa sürükleniyor. Çaresizlik, uyuşturucuya, şiddete ve suça dönüşüyor. Suç oranları artıyor, şiddet günlük hayatın bir parçası hâline geliyor. Daha geçtiğimiz hafta, bir baba öylesine çaresiz kaldı ki, uyuşturucu batağına saplanıp saldırganlaşan oğlunu tüfekle vurarak öldürmek zorunda kaldı. Bu acı olay, sadece bir ailenin değil, koskoca bir toplumun geldiği noktanın en çarpıcı göstergesidir.
Modern, güçlü orduya, istikrarlı ekonomiye ve gelir eşitsizliğinin olmadığı bir ülkeye sahip olduğumuzu iddia edenler, halkın gözünün içine baka baka bu hikâyeyi anlatmaya devam ediyor. Oysa ülkenin gerçeği, 32 milyonluk Mercedeslerin arkasına saklanamayacak kadar çıplak ortada duruyor.
Bugün konuşulması gereken şey, kimlerin hangi lüks araçlara bindiği değil; hangi çocukların yatağa aç girdiği, hangi gencin işsizliğin pençesinde umutlarını kaybettiği, hangi babanın çaresizlikten evladını öldürmek zorunda kaldığıdır.
Tasarruf tedbiri mi? Evet, elbette gerekli. Ama önce lüks araçlardan, şatafatlı harcamalardan, saraylardan başlanmalı. Çünkü halkın cebindeki üç kuruşa göz dikerek ülke kalkınmaz; sadece adalet duygusu biraz daha yıkılır.



















