Gazeteciliğin bir meslekten öte bir kamu görevi olduğunu artık hatırlatmak zorunda kalmamız üzücü. Çünkü bu mesleği icra eden bazı kişilerin, temel ilkelerden habersiz ya da daha kötüsü, bilinçli bir şekilde bu ilkeleri hiçe sayarak hareket ettiğini görüyoruz. Bu ilkelerin başında ise tarafsızlık ilkesi gelir.
Tarafsızlık; gazetecinin, inandığını değil, gerçeği yansıtmasını; sevdiğini değil, olanı yazmasını; kimseye eğilip bükülmeden, herkesle arasına eşit mesafe koyarak kamuoyunu bilgilendirmesini gerektirir. Aksi takdirde yapılan işin adı gazetecilik değil, propaganda olur.
Son dönemlerde bazı gazeteci arkadaşlarımızın, siyasi partilerin basın birimleri gibi çalıştığını üzülerek gözlemliyorum. Partilerin çalışmalarını haberleştirip basın mensuplarının olduğu gruplara atıyorlar. ‘Sizler gazetecisiniz, bir omurga sahibi olmalısınız’ demek geliyor içimden ama maalesef mesleğin omurgasını da kırmışlar.
Eleştirmesi gerekeni alkışlayan, sorgulaması gerekeni yücelten, sorgulayanları ise hedef gösteren bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu, gazeteciliğin doğasına tamamen aykırıdır.
Gazetecilik, gücünü hakikatten alır. Eğer siz bu gücü kişisel yakınlıklarınıza, ideolojik aidiyetlerinize ya da beklentilerinize alet ediyorsanız, sadece kendinizi değil, tüm mesleği kirletiyorsunuz. Buna kimsenin hakkı yok.
Gazetecilik halk adına yapılan bir denetim mekanizmasıdır. Oysa bazı meslektaşlarımız, bu gücü halk için değil, belirli kişi ve yapıların çıkarları için kullanıyor. Bu bir tercih olabilir ama bu tercihi yaparken lütfen "gazeteci" sıfatını kullanmayın.
Tarafsızlık, basının omurgasıdır. Bu omurga kırıldığında, geriye sadece eğilen, bükülen, yönlendirilen kalemler kalır. O kalemler ne gerçekleri yazabilir ne de halka hizmet edebilir.
Gerçek gazeteciler, baskılara rağmen doğruyu yazar. Kimin işine gelir, kimin zoruna gider diye düşünmeden.
Unutmayın, mesleğimizi lekelemek değil, yüceltmek hepimizin sorumluluğudur.



















