Geçen gün bir teyze ile sohbet ettim. Konu Ramazan ayından, bayramdan açıldı. Teyzenin bir konuşması şuydu: "Fitrenin bir kısmını şu kişiye verdik, durumları yoktu. Bir kısmını da şu aileye verdik. Şu kadar aileye gıda-giyim yardımı yaptık. Şu kadar aileyi iftara davet ettik…"
Konuşmanın sonu ise "Allah tuttuğumuz orucu ve yaptığımız hayırları kabul etsin" idi. Yardımda bulunduğu kişileri tanımıyordum ama teyzenin anlatımı sayesinde haklarında az çok bilgi sahibi oldum.
‘Neden anlattın şimdi bunu, bize ne?’ diyeceksiniz... Çünkü teyze gibi örnekler çok fazla etrafımızda, hatta farkında olmadan bizler de böyle davranmaya başladık.
Çok değil, bundan birkaç yıl önce birine bir yardım yapıldığında sadece yardımı yapan ile yardım yapılan arasında kalırdı. Şimdi ise öyle bir hal aldı ki, kime ne verilmiş, ne kadar verilmiş hepsini sosyal medyadan ya da çeşitli şekillerle öğrenebiliyoruz.
Bereket ayı "Ramazan" gösteriş ayına döndü neredeyse. Kimileri bu ayın bir kısım insanlar için dini bir vazifeyi yerine getirme ritüeli olmaktan öteye geçmediğini belirtiyor.
Dikkat ettiyseniz eski Ramazanları da arar olduk. Özellikle bir önceki nesilde bu eskiye özlem daha fazla görülüyor. Çünkü onlar olması gerektiği gibi yaşamışlar bu ayı, huzuruna ve tadına varmışlar.
Kültürümüzün en güzel yansımalarından olan Ramazan ayı geleneğini değişen bu koşullara rağmen ayakta tutmak ve sürdürmek yine bizim elimizde.
Nasıl yaşamak istiyorsak öyle de yaşatabiliriz. Gösterişe dökmeden tadını çıkarabiliriz.